…Uzunca bir yoldu çizdiğim; başı Cennet’e, sonu Mevla’ya ve durakları sana uğrayan… Uçsuz bucaksız renklerdi; göğü tenine boyadığım mavi… Önce turkuaz… sonra gözlerinin rengi… Nasıl da bir çırpıda kaldırdı kötülüğü; nefesimden çıkan ûdiler. Sazlıklardan dolanan sendin aslında ve bam teli yüreğinle ahenkli…
Alıp ta uzaklara götürdü; mâzinin ince telli yelesi… Bir coşku ki; melekler dahi sitemli… Ne de güzeldi; saatler süren yürek ritimleri ve bitmek bilmeyen ebedi leyller… Semanın rabbi inadına mavilikler çizerdi ve biz bıkıp usanmadan yıldızlar serperdik göğün göğsüne…
Çeki-düzen verirdik bulutların efkârdan karışmış dağınık saçlarına… Hiç ürkütmeden bûseler kondururduk yeisten bîtap düşmüş yanaklarına… Sonra… yavaşça süzülüp göğün derinliklerine; yağmurların gözyaşlarına eşlik ederdik… Dinmek bilmeyen hıçkırıklarından melodiler demlerdik… Uzanırdık boylu boyunca; haşmetinden korktuğumuz dağların doruklarına… Türkü söylerdik sonra ufukların umutlarına… Yavaşça eğilip ağaçların kulaklarına; olanca gücümüzle temiz hava üflerdik… Nebatat hemen yeşillenirdi ve biz sürurdan şenlenirdik…
Ürkütmeden fısıldardık bir bilmece; beşerin kulağına… Bilen çıkar mı bilmem ki; rabbin muazzam cevabına… Geçen olur mu heyhat; Müntaha’ya…! Kolay değil her geçiş yanmadan Mevla’ya ve kanmadan aşk menbaına… Yanmadan olur mu yakmak...! Çekmezse gönül derinden firak; o yüreği çıkar yerinden ve bir bak..!
Katedilen değildir ömürde mesafe ;ömür ki bir kere…! defa..! Yaşanmaz haybeye…..! Fırsattır bu; geçer bir kez ele… Uyanık ol ey dost, savurma sevdayı yele..! Hayat bir kere; tutmak… Tutmak gerek ellerinde…